Anlaşmalı Boşanma Davalarında Hüküm Kesinleşmesine Kadar Anlaşmalı Boşanma İradesinden Dönülebilir

Hukuk Genel Kurulu   

Esas No  :2017/1941 

Karar No:2019/475


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi


Taraflar arasında görülen “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.06.2014 tarih ve 2014/444 E., 2014/526 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.03.2015 tarih ve 2014/19828 E., 2015/4293 K. sayılı kararı ile;
“…Taraflar Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçlan, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Bu halde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir.
Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir….”
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/3. maddesi uyarınca açılan boşanma istemine ilişkindir.
Davacı; davalı ile 04.06.2004 tarihinde evlendiklerini, aralarında karakter farklılığından dolayı tartışmalar olduğunu, evlilik birliğinin çekilmez hâl aldığını, uzun zamandır ayrı yaşadıklarını, davalının da boşanmayı kabul ettiğini ileri sürerek dava dilekçesine ekli protokol kapsamında TMK’nın 166/3. maddesi gereği boşanmalarına ve protokolün kararın eki sayılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş, 27.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında taleplerini tekrar etmiştir.
Davalı 27.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında; boşanmayı istediğini, davacının taleplerini kabul ettiğini beyan etmiştir.
Mahkemece; tarafların boşanma konusunda görüş birliği içinde oldukları, boşanmanın sosyal ve ekonomik sonuçları konusunda anlaşma yaptıkları, yapılan anlaşmanın hukuka uygun olduğu gerekçesiyle TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, baba ile kişisel ilişki tesisine, çocuk yararına 1.000,00TL tedbir ve iştirak nafakasına, davacı ve müşterek çocuğun Yapı Kredi Yaşam Sigortadaki paket sağlık sigortasında sigorta şirketi tarafından belirlenecek artış farkının davalı tarafça karşılanmasına, müşterek çocuğun toplam 10.000,00TL olan özel okul masrafının artması hâlinde %30’a kadar olan artış oranının davalı baba tarafından karşılanmasına, davacının davalının soyadını kullanma talebinin feragat nedeni ile reddine, tarafların boşanmadan sonra birbirleri aleyhine mal rejiminin tasfiyesi ve katkı payına yönelik olarak dava açmayacaklarının tespitine, birbirlerinden maddi, manevi tazminat, tedbir, yoksulluk nafakası ve yargılama gideri talep etmediklerinden bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Yerel mahkemece; HMK’nın 308. maddesinde davayı kabul beyanının yargılamaya son veren taraf işlemi olarak düzenlendiği ve kabulün mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurduğu, kesin hüküm gibi sonuç doğuran feragat ve kabul beyanının irade bozukluğu hâllerinde iptalinin istenebileceği, somut olayda da davalının kabul sırasında iradesinin fesada uğradığı iddiasında bulunmadığı, bozma kararının da bu doğrultuda olmadığı, aksi durumun davayı uzatmak isteyen davalı tarafından kötüye kullanılabileceği belirterek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan boşanma davasında, davalının anlaşma iradesinden dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, ilgili kanun maddesinin incelenmesinde yarar görülmektedir.
TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında; “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz ” düzenlemesi yer almaktadır.
Uygulamada anlaşmalı boşanma adı verilen ve yukarıya alıntılanan fıkra uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için ilk koşul; evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Aksi takdirde hâkim diğer şartları incelemeden boşanma davasını reddetmelidir.
İkinci koşul, eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmesidir. Burada önemli olan tarafların boşanma iradelerini aynı anda ve duruşmada hâkime beyan etmesidir.
Üçüncü koşul, eşlerin iradelerini hâkime bizzat açıklamalarıdır. Hâkimin eşleri dinleyerek serbest iradelerinin oluşup oluşmadığına karar vermesi gerekir. Madde hükmü, duruşmada tarafların her türlü baskı ve tehditten uzak olarak özgür iradeleri ile beyanda bulunduklarının denetlenmesini amaçladığından hâkimin bu hususta her türlü özeni göstermesi gerekmektedir (Kılıçoğlu A: Aile Hukuku, Ocak 2019, s.113).
Son koşul ise; anlaşmalı olarak boşanmak isteyen eşlerin boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda da anlaşmış olmaları ve buna ilişkin düzenlemeyi hâkimin onayına sunmaları gerekir. Taraflar bu hususta mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271).
“Boşanmanın mali sonuçları” ile kastedilen maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleridir (TMK m. 174/1-2; m. 175). “Çocukların durumu” ile kastedilen ise, ortak çocukların velâyetinin kime verileceği, velayet verilmeyen eş ile çocuklar arasında kurulacak kişisel ilişki ve çocuklar için ödenecek iştirak nafakası ile ilgili düzenlemelerdir.
Madde metninden anlaşıldığı üzere, boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkındaki düzenlemeler hakkında tarafların serbest iradelerinin uyuşması gerekmekte ise de, aynı zamanda hâkimin bu anlaşmayı onaylaması gerekmektedir. Görüldüğü üzere, taraflar anlaşma konusunda tamamen özgür bırakılmamıştır. Bu nedenle, hâkim tarafından onaylanmayan anlaşmalar hukuki sonuçlarını doğurmayacağı gibi, tarafların da kendilerine önerilen değişikliği kabul etmesi hâlinde anlaşma geçerli olacak ve boşanma kararı verilebilecektir.
Önemle belirtilmelidir ki, taraflarca yapılan ve hâkim tarafından onaylanan anlaşma hükümleri infazda sıkıntı doğurmaması için hüküm fıkrasında aynen yer almalıdır.
Anlaşmalı boşanmanın koşulları bu şekilde ana hatlarıyla belirtildikten sonra uyuşmazlığın çözümü bakımından “ikrar” ve “kabul” kavramlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK’da, boşanma davaları için özel yargılama kurallarına yer verilmiştir. Şöyle ki, 184. maddesinin birinci fıkrasının (1) nolu bendinde hâkimin, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamayacağı ve (3) numaralı bendinde ise tarafların bu konudaki her türlü ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı belirtilmiştir.
İkrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. İkrarın konusu ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. İkrar, tek tek vakıalar hakkında olup, talep sonucuna ilişkin değildir. Bir tarafın talep sonucunun diğer tarafça kabul edilmesi, davayı sona erdiren bir taraf işlemi olup davayı (kabul) ismini alır. Kabulde, karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalara değil, onlardan çıkardığı talep sonucuna rıza gösterilmektedir (Kuru, B./Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2013, s.366).
Kural olarak, boşanma davalarında hâkim ikrarla bağlı olmadığı gibi kabulle de bağlı değildir. Bu durum, Türk Medeni Kanunu’nda “irade ilkesine” dayanan bir boşanma sisteminin olmayışından kaynaklanır. Çünkü irade ilkesine göre tarafların karşılıklı rızaları boşanma kararı verilmesi için yeterlidir. TMK’da ise kusur ilkesi, irade ilkesi ve evlilik birliğinin sarsılması ilkeleri gibi tek tipten oluşmayan karma bir sisteme yer verildiği görülmektedir (Gençcan, Ö.U: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s.118).
Uyuşmazlığın temelini teşkil eden anlaşmalı boşanma davaları kısmen irade ilkesinin uygulandığı davalardır. Bu durum, maddede yer alan “Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz” cümlesinden de anlaşılmaktadır. Evlilik birliğinin kurulması sırasında karşılıklı iradelerine önem verilen tarafların boşanma konusunda da istek ve beyanlarının dikkate alınması anlaşmalı boşanmanın gereğidir. Ne var ki, TMK’nın 166/3. maddesinde sayılan diğer koşulların hepsinin gerçekleşmediği bir durumda davalının boşanma davasını kabul etmesinin hiçbir anlamı yoktur.
Bu nedenledir ki, TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca davanın kabulü, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 308. maddesinde düzenlenen “kabul” kavramından ayrılmaktadır. HMK’nın 308. maddesi uyarınca davayı kabul, davalının mahkemeye yönelik olarak yapacağı tek taraflı bir irade beyanı ile olmakta ve dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermektedir. Kabulün geçerliliği davacı veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir. Oysa anlaşmalı boşanma davalarında kabul, tek başına davayı sona erdirmediği gibi, TMK 166. maddenin 3. fıkrası; hâkimin boşanma isteğinin serbest iradeye dayanıp dayanmadığını saptamasını ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkında düzenlemeleri uygun bulmasını ve uygun bulmadığı takdirde bu düzenlemelere açık müdahalesini aramaktadır.
Öte yandan, usul hukuku anlamında kabul, kesin hükmün sonuçlarını doğurur ve ancak irade bozukluğu hâllerinde kabulün iptali istenebilir (HMK m.311). Diğer bir anlatımla davalı irade fesadı hâlleri dışında kabulden dönemez. Yukarıda belirtildiği üzere anlaşmalı boşanma davalarında ise “kabulün” doğurduğu tek sonuç evlilik birliğinin sarsıldığı olgusunun ispatlandığıdır, diğer bir anlatımla mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmasına gerek yoktur ancak “yalın kabul” boşanma kararı vermeye yetmemektedir. Bu nedenle, TMK’nın 166/3. maddelerinin uygulandığı bir davada davanın kabulü şekli ve maddi hukuk anlamında hükmün kesinleşmesi sonucunu doğurmadığından hükmün kesinleşmesine kadar davalının kabul beyanından dönmesi mümkündür. Çünkü bu durumda anlaşmalı boşanma koşullarının gerçekleştiğinden söz edilemez (Özdemir, N: Türk Hukukunda Anlaşmalı Boşanma, Doktora Tezi, s.176-177; Gençcan, s.780). Taraflardan birinin anlaşmadan dönme iradesi davanın samimi bir iradenin mahsülü olmadığına, hâkimin anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup oluşmadığı konusunda gerekli her türlü araştırmayı yapmadığına işaret eder.
Esasen yapılan bu değerlendirmeler, Türk toplumunun temeli olan ve eşler arasında eşitliğe dayanan aile kurumunun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 41. maddesi ile özel olarak güvence altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Devlet ailenin korunması için gerekli her türlü tedbiri alır ve boşanma davalarının toplumu ilgilendiren yapısı nedeniyle de üzerine düşen yükümlülükleri mahkemeler/hâkimler vasıtasıyla yerine getirir. Bu nedenle, TMK’nın 166/3. maddesine dayalı davalarda da hâkim, bir yandan tarafların ikrarı ile bağlıyken, aynı zamanda bir denetim yetkisine sahiptir. Buradan hareketle, genel hükümlere dayalı bir alacak davasında olduğu gibi davayı sona erdiren “kabul” beyanının, toplumun temeli olan aile kurumu için de boşanma kararı verme zorunluluğu getirdiği ve tarafların da kararın kesinleşmediği sürece bu kabul beyanlarıyla bağlı olduğu söylenemeyecektir.
Diğer yandan anlaşmalı boşanma davasında feragat hakkı bulunan davacıya bir nevi anlaşmayı bozma hakkı verilirken anlaşmanın diğer tarafı olan eşin bu anlaşmayla sonuna kadar bağlı olması silahların eşitliği ilkesine de aykırılık teşkil ettiğinden anlaşmayı bozma hakkının davalıya da verilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 04.06.2004 tarihinde evlendiği, bu evlilikten 12.03.2007 doğumlu müşterek çocuklarının bulunduğu, davacı kadının anlaşmalı boşanma isteğiyle mahkemeye başvurduğu ve dilekçe ekinde iki tarafın imzaladığı 23.06.2014 tarihli protokolde boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında düzenlemelerin yer aldığı, 27.06.2014 tarihli duruşmada tarafların protokol içeriğine göre boşanmak istediklerini bildirdikleri ve bu beyanlarını imzaladıkları, mahkemece de TMK 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanma kararı verdiği görülmektedir. Davalı ise aralarındaki protokol şartları ve boşanmaya sebep olan hadiselerin farklılığı sebebiyle anlaşamadıklarını, anlaşmalı boşanmanın irade fesadı hâllerinin varlığı altında gerçekleştiğini, davadan feragat ettiğini beyanla hükmü süresinde temyiz etmiştir. Anlaşmanın diğer tarafı olan eşin hüküm kesinleşinceye kadar anlaşma iradesinden dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığından, taraflara iddia ve savunmalarını bildirmesi ve delillerini sunması için imkân verilerek davaya “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak davaya devam edilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, tarafların somut uyuşmazlıkta yaptıkları protokolü kabul ettiklerini mahkeme huzurunda özgür iradeleri ile beyan ettikleri, bu beyanlarını imzaladıkları, mahkemece de bu protokolün uygun görüldüğü ve anlaşmalı boşanmaya karar verildiği, anlaşmalı boşanma kararından sonra hangi gerekçeyle olursa olsun taraflardan birinin bu beyanından dönmesi hâlinde davanın çekişmeli boşanmaya döneceğine ilişkin görüşün yasal dayanağının bulunmadığı, TMK’nın 166/3. maddesi gereğince anlaşmalı boşanma kararı verildikten sonra tarafların ancak irade fesadı hâllerinin varlığı iddiasıyla kararın bozulmasını isteyebileceği, bu durumda da öncelikle hadise şeklinde irade fesadı olup olmadığı tespit edilerek anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup olmadığının belirlenmesi, irade fesadının varlığının kanıtlanması hâlinde davanın çekişmeli olarak görülüp hükmün bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi


gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.04.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.



KARŞI OY

Uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan ve hâkim tarafından Medeni Kanunu’nun 166/3 maddesi kapsamında verdiği karar sonrası karar kesinleşmeden temyiz etmek sureti ile taraflardan davalının kabul beyanından dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edip etmeyeceği noktasındadır.
Yerel mahkemenin “HMK’nın 308. maddesinde davayı kabul beyanının yargılamaya son veren taraf işlemi olarak düzenlendiği ve kabulün mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurduğu, kesin hüküm gibi sonuç doğuran feragat ve kabul beyanının irade bozukluğu hallerinde iptalinin istenebileceği, somut olayda da davalının kabul sırasında iradesinin fesada uğradığı iddiasında bulunmadığı ve keza bozma ilamının da bu doğrultuda olmadığı, aksi durumun hem davayı uzatmak isteyen davalının kullanabileceği bir yöntem olarak kullanılabilecek ve hem de anlaşmalı boşanma davalarının anlaşmalı olmaktan çıkmasına neden olacağı” gerekçesi ile verdiği direnme kararı çoğunluk tarafından Özel Dairenin çoğunluk tarafından verilen bozma gerekçesi benimsenerek “Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan kararın kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçlan, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığı, bu hâlde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi ve mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 166/3 maddesi uyarınca “Anlaşmalı boşanmaya karar verilebilmesi için evlilik birliğinin en az bir yıl sürmüş olması, eşlerin boşanmak üzere birlikte başvurmaları veya bir eşin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi, hâkimin tarafları bizzat dinlemesi ve tarafların yapmış oldukları anlaşmanın hâkim tarafından uygun bulunması, hakimin değişiklik yapması hâlinde de bu değişikliğin taraflarca kabul edilmesi” gerekir.
Taraflar birlikte başvurdukları gibi bir eşin açmış olduğu dava diğer eş tarafından kabul edilerek de anlaşmalı boşanılabilir. Diğer eşin herhangi bir aşamada kabul etmesi hâlinde boşanma talebi anlaşmalı boşanmaya dönüşecektir. Beyanların serbest irade ürünü olup olmadığı hususunda hâkimin gerekli her türlü araştırma ve incelemeyi yapma yükümlülüğü vardır.
Kanun koyucu tarafından eşlerin boşanma anlaşmasını iradelerini serbestçe açıklayarak yaptıkları hususunda hâkimin inceleme yapmakla yükümlü olduğunu açıkça vurgulanırken, bu incelemenin tarafların dinlenmesiyle mümkün olacağını öngörmektedir.
Eşler tarafından yapılan anlaşma, hâkim tarafından onaylanmadıkça hukuki sonuçlarını doğurmayacaktır. TMK m. 166/f. 3’e göre, hâkim, eşlerin önüne getirdikleri düzenleme ile kural olarak bağlı değildir. Hâkim, tarafların yaptığı düzenlemeyi uygun bulmaması hâlinde, tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak gerekli olan değişiklikleri yapar. Anlaşma, ancak tarafların bu değişiklikleri kabul etmesi hâlinde geçerli olacaktır.
Eşler arasında yapılan anlaşma, boşanmanın yan sonuçlarına ilişkin taraflarca düzenlenen ve hâkimin özel onay şartına bağlı özel hukuk sözleşmeleridir. Aslında bu bir anlamda kendine özgü bir sulh sözleşmesi niteliğindedir. Türk Borçlar Kanunu’nun sözleşmelerin kurulması, geçerliliği ve hükümlerine ilişkin hükümleri, boşanma hukukunda aksine bir hüküm olmadıkça boşanmaya ilişkin anlaşma bakımından da geçerlidir. Bu nedenle tarafların TMK’nın 166/3 maddesine uygun yaptıkları anlaşmalı boşanma sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 27 ve devamı maddeleri uyarınca kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olma yönünden denetime tabi tutulabileceği gibi yanılma, aldatma ve korkutma gibi irade sakatlığı ileri sürülerek geçersizliği istenilebilecektir.
Eşler arasında yapılan anlaşmanın eşlerden biri tarafından sözleşmeden dönmek suretiyle tek taraflı olarak sona erdirilmesi Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca mümkün değildir. Zira Türk Borçlar Kanununda, özel hükümlerle getirilen dönme hükümleri hariç tutulursa, genel hükümler kapsamında tek taraflı sözleşmeden dönmeye olanak tanıyan bir hüküm bulunmamaktadır (SEÇER Öz: İsviçre ve Türk Hukuklarında Anlaşmalı Boşanma ve Fiili Ayrılık Sebebiyle Boşanma, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Kasım Aralık 2009, S. 63-64, s. 39-69). Zira burada artık her ne kadar eşler davada taraf ise de davacı ve davalı sıfatı anlaşma ile ortadan kalktığından, kanunun emredici hükümleri, kamu düzenine, ahlâka ve kişilik haklarına aykırılık ve irade sakatlığı hariç davadan feragat veya kabulden tek taraflı dönme olanağı bulunmamaktadır. Eşin tek taraflı olarak anlaşmalı boşanmaya ilişkin irade beyanından dönebileceği yolundaki görüşün, eşin irade beyanının sakatlandığı hâllerle sınırlı olmak üzere kabulü mümkündür.
Dosya içeriğine göre taraflar boşanmak için birlikte başvurmuşlar ve yazılı anlaşma tutanağı yapılan yargılamada hâkim tarafından uygun bulunmuş ve tarafların iradelerine göre boşanma ve sonuçlarına karar verilmiştir. Taraflardan erkek, verilen karardan sonra kadın eşin başka birine kaçması üzerine anlaşmalı boşanmada iradesinin fesada uğratıldığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Temyiz eden eş anlaşma tutanağının Türk Medeni Kanununun 166/3 maddesine aykırı yapıldığını, bu koşulları taşımadığını iddia etmemiş, irade sakatlığına dayanmıştır. Mahkemece tarafların anlaşmalı boşanma koşulları uygun görülmüş ve buna göre karar verilmiştir. Mahkemece verilen kararda 166/3 maddesinde öngörülen koşullara aykırılık olmadığına göre ancak temyiz eden eşin anlaşmada iradesinin sakatlandığının ve buna ilişkin iddiasının kanıtlanması hâlinde boşanma çekişmeli hâle gelecektir. Bu nedenle irade sakatlığını ileri süren temyiz eden eşin bu konudaki delilleri toplanmalı, irade sakatlığının tespit edilmemesi hâlinde şimdiki gibi, aksi hâlde ise geçersizliği kabul edilerek çekişmeli boşanmanın sonuçlarına göre karar verilmesi gerekir. Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması görüşünde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.







KARŞI OY


Dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/3.maddesi uyarınca açılan boşanma davasıdır. Taraflar, 23.06.2014 tarihli boşanma protokolünü mahkemeye sunmuşlar ve 27.06.2014 tarihli duruşma tutanağında da boşanma ve sonuçlarına ilişkin beyanlarda bulunmuşlar, tarafların bu beyanları doğrultusunda boşanma ve fer’ilerine ilişkin karar verilmiştir.
Anlaşmalı boşanmada hâkim, eşlerin anlaşmalarının serbest iradeleri sonucu olduğuna kanaat getirir ve yaptıkları düzenlemeyi, duruşmadaki beyanlarını uygun bulursa boşanmaya karar verir. Yine TMK 166/3. maddesi uyarınca, eşlerin yaptıkları düzenlemeyi uygun bulmaması hâlinde, gerekli değişiklikleri yapar, bu değişikliği tutanağa geçirir ve eşlerin onayına sunar. Eşler, hâkim tarafından yapılan değişik düzenlemeyi kabul etmeleri hâlinde de boşanmaya karar verilir. Eşlerin mahkemeye sundukları düzenlemeye hâkimin müdahale hakkı var ise de, bu müdahale ile hâkimin yaptığı değişikliğin de eşler tarafından kabulü gerekmektedir.
Somut olayda, tarafların protokolü ve duruşma tutanağına geçen beyanları hâkim tarafından uygun görülerek TMK 166/3. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiştir. Tarafların boşanma ve fer’ilerine ilişkin beyanları birbirine uygun olup ikrar mahiyetindedir. Nitekim TMK 166/3. madde de, tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmünün uygulanmayacağı belirtilerek, TMK 184/1.3. maddesine istisna getirilmiştir. Taraflar bir araya gelmelerinin mümkün olmadığı ve boşanmak istedikleri konusunda açıkca ikrarda bulunmuşlardır. Bu ikrardan, hükmü temyiz etmek suretiyle dönülerek, davanın çekişmeli boşanma davasına dönüşmesi mümkün değildir. İkrardan, ancak irade fesadı hallerinde (hata, hile, ikrah) dönülebilir. Nitekim, temyiz eden davalı da, temyiz dilekçesinde, anlaşmalı boşanmaya aldatılarak zorlandığını, hileli davranışlarla kandırıldığını ileri sürmüştür. Bu durumda, mahkemece bu iddianın hadise şeklinde tahkiki ile, anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenerek sonucuna göre anlaşmalı boşanma davası mı, çekişmeli boşanma davası mı olduğunu tespit edip, gerektiğinde esasa ilişkin delilleri toplaması gerektiğinden kararın bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiğini düşündüğümden, çoğunluğun, Özel Dairenin bozma ilamındaki gerekçelerle bozma görüşüne katılmıyorum.






KARŞI OY


Özel Daire bozması ve çoğunluk kabulü yenilik doğurucu hakkın niteliğine uygun düşmemektedir. Bozucu yenilik doğurucu hak kullanılmakla tükenir, geri dönüşü olmaz. Kullanılan bu haktan ancak irade bozukluğuna bağlı olarak TBK’nın 39. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre içinde dönülebilir.
Nitekim HMK 311 ”Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi sonuç doğurur. İrade bozukluğu hallerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” diyerek, yenilik doğurucu hakka ilişkin ilkeyi kanuna taşımıştır. Yenilik doğurucu hak kullanılmakla tükenir ve irade bozukluğu dışında geri dönülmesi düşünülemez.
İrade bozukluğu talebi dava sonuçlanmamış ise ait olduğu dava dosyasında hadise şeklinde, dava sonuçlanmış ve kesinleşmiş ise TBK 39’daki hak düşürücü süre içinde ayrı bir dava olarak incelenip karara bağlanır.
Somut olayımızda davalı ilk temyizinde irade bozukluğuna dayanmamış ise de, direnme kararına ilişkin temyizinde irade bozukluğuna ilişkin konuyu temyize taşıdığından, dava henüz kesinleşmediğinden, mahkemenin irade bozukluğunu hadise şeklinde incelemesini temin eden değişik bozma yapılması görüşünü taşıdığımdan, çoğunluk görüşü belirttiğim şekildeki inceleme isteğimi karşılamadığından, çoğunluk bozma görüşüne katılma imkânı bulamıyorum.






KARŞI OY


Dava, Türk Medeni Kanunu 166/3. maddesi gereğince açılan boşanma davasına ilişkindir.
Taraflar mahkeme huzurunda anlaşmalı olarak boşanmışlar, bundan sonra davalı iradesinin fesada uğratıldığı gerekçesiyle kararı temyiz etmiştir.
Özel Dairece, anlaşmalı boşanma yönünde oluşan iradenin karar kesinleşinceye kadar devam etmesi gerektiği, bu nedenle davanın çekişmeli boşanmaya dönüştüğü gerekçesiyle kararın bozulması üzerine Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı boşanma kararı verildikten sonra herhangi bir sebeple taraflardan birinin kararı temyiz etmesi hâlinde irade fesadı hâllerinin olup olmadığına bakılmaksızın davanın çekişmeli boşanmaya dönüştüğü gerekçesiyle bozma kararı verilip verilemeyeceğine ilişkindir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında çıkan uyuşmazlık tamamen usulü bir sorundur. O nedenle usul kanunları çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere “Boşanmada yargılama usulü” Türk Medeni Kanunu 184. maddede “Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunua tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Sayılan istisnalar içerisinde anlaşmalı boşanma bulunmamaktadır.
Bundan başka yine TMK’nın 166/3. maddesinde de açıkça hangi şartlarda anlaşmalı boşanma kararı verilebileceği tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmiştir.
TMK’nın 184. maddesi 6100 sayılı HMK’ya yollama yaptığına göre uygulanacak usul hükümleri TMK 166/3. maddeden sonra HMK olacaktır. HMK’nın 311. maddesi “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” demek suretiyle feragat ve kabulün hangi şartlarda geçersiz sayılabileceğini düzenlemiştir.
Tarafların mahkeme huzurunda TMK 166/3. maddesinde sayılan şartların tamamında anlaşmak suretiyle boşanma kararı verilmesi hâlinde, tarafların özgür iradeleri ile oluşan bu anlaşmanın bozulabilmesi için ancak taraflardan birinin iradesinin fesada uğratılmış olması gerekmektedir.
Anlaşmalı boşanmadan kararından sonra hangi gerekçeyle olursa olsun taraflardan birinin bu beyanından dönmesi hâlinde, davanın çekişmeli boşanmaya döneceğine ilişkin görüşün yasal dayanağı bulunmamaktadır.
Diğer yandan, taraflar karardan sonra velâyet ve nafaka gibi ayrı dava konusu olabilecek hususlarda anlaşmadan vazgeçtiğini bildirmesi hâlinde de çekişmeli boşanmadan bahsedilemeyecektir. Zira bu hususların boşanma kararı kesinleştikten sonra her zaman yeni bir dava konusu olabileceği izahtan varestedir.
Sonuç itibariyle TMK 166/3. maddesi gereğince anlaşmalı boşanma kararı verildikten sonra tarafların ancak irade fesadı hâllerinin varlığı iddiasıyla kararın bozulmasını isteyebileceği, bu durumda da öncelikle hadise hâlinde irade fesadı olup olmadığının tespitinden sonra bunun sonucuna göre anlaşmalı boşanmadan dönülebileceği, kararın bu gerekçelerle bozulması gerektiği kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma gerekçelerine katılmıyorum.

Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir